24 Aralık 2010 Cuma

İlk Seyahatin Günahı Olmazmış

Bugün Nurturia'da anne salaklıkları bölümüne yazdığım bu yazıyı burada da paylaşayım dedim.

Buyrunuz, acemi annenin ilk seyahat macerası:


İlk uçak yolculuğumuz.

Duru 2 buçuk, 3 aylık, İzmir'e annemlere gidiyoruz.
Mevsimlerden kış.
Özene bezene çantamızı hazırlıyorum. Tek başımıza gideceğimiz için az eşya olsun istiyorum ama gene de annemin, anneannemin özenip de aldığı bütün cicileri alıyorum. Hem onlar üzerinde görmek isterler hem de bir sürü akraba gelecek ziyarete cici cici görsünler kuzumu diye düşünerek. Her kıyafete uygun çorap, patik, yelek, bir kaç alt örtüsü, kalacağımız gün kadar yetecek bez, yedek ıslak mendil, kendime de üç beş bir şeyler atıp gururla kapıyorum çantayı. Cidden az ama öz bir çanta yapmayı başarıyorum.
Sonra geçiyorum diğer ihtiyaçları ayarlamaya...
Biberonlar, toz mama ( daha o zamandan başlamıştık ne yazık ki günde 1 ya da 2 parti ), emzikler, ıslak mendil, 1 yedek body ve alt değiştirme örtüsünü atıyorum çantanın ön ve yan gözlerine. Aklımca kabine alacağım bu çantayı, bir de Duru'yla bagaj beklemem gerekmeyecek.

Bir de el çantam var.

Etti sana 2 parça.

Bir de ana kucağı var. 3.

Yok diyorum bu böyle olmaz, son koyduklarımın bir kısmını kendi el çantama geçiriyorum.
Kabin içerisinde ihtiyacım olursa büyük çantadan almak zor olur.

Bir küçük valiz, el çantam, ana kucağı, Duru.
Ulan diyorum millet ne abartıyor bebekle seyahati, gayet az eşyayla da oluyor işte.

Baba geliyor eve, bizi hava alanına bırakacak.
Çıkarken paltomu, atkımı, el çantamı falan alıyorum, babaya da Duru'yu ve çantayı getirirsin diyorum.
Ben arabayı Duru için hazır ederken baba geliyor, Duru'yu bana veriyor. Ben ana kucağını bağlarken o bagaja eşyaları atıyor.

Güle oynaya hava alanına varıyoruz. Kocaeli'den Sabiha Gökçen'e gidiyoruz bu arada, 1 saatlik yol yani.
Tam giriş kapısının önünde duruyor baba, ben Duru'yu kapıp giriyorum.
Diğer eşyaları sen getirirsin diyorum. Duru'nun battaniyesi, çıngırağı, paltolar falan var arabanın içerisinde.

O park ederken check-in işlemimizi hallediyorum. Ne de olsa bagaja verilecek bir şey yok.
Baba geliyor elinde bir tek paltolar ve battaniye.

Çanta yok.

Nerede çanta?

"Yoktu arabada. Sen aldın sandım"

Ben almadım, sen çıkarken aldın ya evden, bagaja baktın mı iyice?

"E sen bana Duru'yu al gel dedin bir tek.
Başka bir şey almadım ben evden."

E bagaja ne koydun?

"Laptop çantama baktım."

Eyvah!
Çanta evde!
Duru'nun bir haftalık bütün ihtiyaçları da içinde.
Giydirmeye heves ettiğimiz bütün her şey! Ayrıca bezler, yedek biberon, yedek emzik.

Duru'nun üstünde bir ince, bir kalın tulumu, çantada bir yedek body, bir battaniye, bir biberon, bir emzik, azıcık mama.
O kadar.

Yapacak hiç bir şey yok.

Akşam uçağı bir de, varacağımız saat iyice geç. Açık alışveriş merkezi, mağaza falan da bulmak mümkün değil.

Aradım annemleri, anlattım durumu.
Hava alanına gelirken bir market bulup, bir paket bez, bir paket ıslak mendil almışlar.

Ertesi gün de, iki emzirme arası, annemle alelacele çıkıp evin yakınındaki mağazalardan (mahalle arası butiği) bir kaç parça kıyafet aldık hem bana hem Duru'ya. O kadar özendiğim seyahati, ana kız o uyduruk kıyafetler ve gelen bir kaç parça hediye ile geçirdik mecburen.

Eve döndüğümüzde çanta hala öylece duruyordu kapının önünde :)



14 Aralık 2010 Salı

Kuzumun İkinci Kışı


En sonunda geldi beklenen kış.

Biz de Duru'yla 2. geleneksel küçük odaya taşınma
faslımızı gerçekleştirdik. Salonumuzun kapısı olmadığı için kışın, özellikle de gündüzleri buz gibi oluyor. Geçen sene de tam bu zamanlarda anneannemizi uğurlamış ve bu odaya taşınmıştık. O zaman tabi Duru çekyatta kıpırdamadan yatabilen mini mini bir kızdı, şimdi koca bir yaramaz oldu. Bir dakika poposunun üstünde oturmuyor. Emeklemek, sıralamak, her yere oyuncaklarını
saçmak istiyor. Bakalım nasıl zaptedeceğim bu sene...

Şimdi düşünüyorum da, gene geçen sene bu zamanlarda geceleri hiçç uyumuyordu Duru hatun. El kadar bebek nasıl dayanıyordu bilmiyorum ama tüm gece oturup sabah 11.00'de uyuduğu bir geceyi çok net hatırlıyorum. Kalkarsam uyanır diye korkup malum çekyatın Duru'dan kalan kısmına iki büklüm kıvrılıp uyuduğum gecelerin anıları da hala taze.

ÇEK-YAT (Temsili)

O zamanki en büyük maharetimiz çiçekli çıngırağı takip etmekti. Bir de sesli sesli, ağzını kocaman aça aça gülüyordu uykusunda, bayılıyordum.

Daha emerek uyuyordu. Ben de uyuyana kadar emziriyordum o yüzden:) Sonra gelsin gaz sancıları, çığlık çığlığa ağlamalar. Gaz sancısının çaresi de babadaydı, baba şöyle bacakları kıvırıp bastırıveriyordu karnına port port çıkıyordu bütün gazlar. O mayhoş kokulu süt kakalarını da nasıl beceriyorsa her seferinde ensesine kadar taşırıyordu.


Şimdi sadece 12 ay sonra aynı Duru hanım, emekliyor, sıralıyor, dans ediyor, söyleniyor, istediği ve istemediği şeyler için bilinçli olarak ağlıyor, şımarıyor, utanıyor, kızıyor...

Hatta tam da şu an, odanın ışığını kapatıp açarak eğleniyor.

Zaman çok hızlı geçiyor.

12 Kasım 2010 Cuma

Kuzum Büyüyor

Benim kızım acayip bir şey oldu artık.

Yok yok kötü bir durum yok.
Şaşırdım sadece.

Herhalde şu büyüme dönemlerden birini yaşadık ben eğitimdeyken.

Artık her şeyi anlıyor.
El çırpma, yemek bitince ellerini birbirine sürterek yapılan bittiii, kocaman olmuş Duru hareketi (eller yukarı kaldırılıyor), çevrim çevrim oyunu (tavşancığı bu tutmuş, bu sevmiş, bu öpmüüüş diye yeniden yorumladık), el sallama gibi oyunlarımız var. 2 -3 aydır ufak ufak yapıyordu bunların hepsini ama bizim hareketlerimizi tekrar ederek yapıyordu.

Artık belirli sesleri ve durumları anlıyor ona göre hareket ediyor. Eve girer çıkarken, yatağa giderken biz söylemeden bye bye yapıyor mesela. Dinlediği müzikteki alkış seslerini ayırıp, eşlik ediyor. Aferin Duru'ya dediğimizde de kendini alkışlıyor. Yemeği bitince bitti yapıyor.

Söylenenleri de anlıyor. 'Yapma' ve 'Hayır'a çok içleniyor mesela. Gel kızım deyince pıtır pıtır peşimden emekliyor. 'Cici' diye seviyor yanaklarımızı, an-ne-ne-ne diye çağırıyor arada beni, yemeği görünce mam-ma diye seviniyor.

Bir de 'BAAA!' diye bi bağırmamız var. Nedir daha anlayamadık

Ama hepsinden de acayibi kocaman bir sarılması var. Kafasını boynuma, göğsüme gömmesi var. O hissin işte tarifi imkansız.


Çok şaşırıyorum.
Çok mutlu oluyorum.
Minik bebeğim artık çocuk oluyor galiba...


3 Kasım 2010 Çarşamba

Döndüm


Yoktum 5 haftadır.
Sürekli İzmit İstanbul arası bir koşuşturmaca halindeydim.

Nedeni Portfolio.
Reklam ve yaratıcılık okulu diye geçiyor ama çok daha fazlası aslında... Bir ara anlatırım uzun uzun.

Ama döndüm yani artık, buralardayım.

Biraz da buruğum.
Hem çok hızlı bir gelişim içerisine girdim, uzun zamandır içinde bulunduğum uyuşukluk halinden sıyrıldım; hem de süper insanlarla tanıştım, çok hareketli çok eğlenceli günler geçirdim.

Şimdi bir anda yeniden Kocaeli'nin yalnızlığı, yeniden yoğun annelik zor geldi ne yalan söyleyeyim...

Bir de endişeliyim.
Portfolio sayesinde kazandığım ivmeyi kaybetmemem, biriktirmeye devam etmem lazım.
Ama tam zamanlı annelik yaparken başka şeylerle ilgilenmeye vakit olmuyor.

Alışmaktan korkuyorum.

Artık çalışmak istiyorum.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Vakitsizlik


O kadar heves ettiğim halde gene ihmal ediyorum blogumu...

Benim günlerim şu şekilde geçiyor:
  • Duru'yla birlikte uyan.
  • Alt değiştir.
  • Kahvaltı hazırla, yedir.
  • Temizle ve temizlen.
  • Duru'yu oyala.
  • Uyut. (bu aralar en az 15 - 20 dk)
  • Uyurken evdeki işlere koştur, Duru'nun yemeğini organize et.
  • Aralıklarda 5'er 10'ar dakika takip ettiğin web sitelerine bak.
  • Uyansın gene yemek - temizlik, alt - üst...
  • Oyun, gezme, oyalama.
  • Uyku, ev işleri...
Derken bir bakıyorum akşam olmuş.

Sonra zaten akşam yemeği falan derken, Duru gece uykusuna yatıyor, ben de pestil gibi TV'nin karşısına yatıyorum.

Diğer blogcu anneler nasıl uzun uzun bloglarıyla ilgilenmeye vakit ayırıyorlar aklım almıyor.

Mesela şimdi bile bunu yazarken akşam yemeği hazırlamam gereken vakitten çalıyorum ben.


5 Ağustos 2010 Perşembe

Tavşan Dağa Küsmüş, Dağın Haberi Yok!

Hamileliğimden beri anneler arası bir bilgi paylaşım ortamı arıyordum. Bir sürü anne bebek forumuna denk gelmiştim ama oralar genellikle daha geleneksel annelerin paylaşımda bulunduğu ortamlardı. Benim çevremden duyup kaçındığım her türlü batıl ıvır zıvır dışında doğru düzgün bir içeriğe ulaşmak pek mümkün değildi. Sonra bir şekilde Nurturia'ya denk geldim. Forum formatının dışında, annelerin bilgi ve deneyimlerini paylaştığı inanılmaz kaliteli kullanıcılara sahip bir internet sitesi... Bir kaç aydır düzenli olarak okuyor, kendimce katılımda da bulunuyorum.

Ama...

Bakıyorum yavaş yavaş herkes birbiriyle samimi oluyor, toplantılar düzenleniyor, kişisel bilgiler paylaşılıyor.

Bir şekilde ben dışında kalıyorum bu tarz muhabbetlerin.

Sorun bir internet sitesindeki hiç tanımadığım insanlar değil.

Sorun, benim insanlarla iletişim kuramıyor, ilişkilerimi ilerletemiyor olmam. İzmir'den taşındığımdan beri yavaş yavaş artan bu durum artık canımı yakıyor.

Küsme meselesi de şu aslında: İzmir'e gittiğimi belirttiğim iletimin üzerinden bir buluşma fikri oluştu. Ben de heves ettim buluşma için gün - mekan belirlemek üzere bir ileti daha gönderdim. Bir kaç gün bekledim baktım kimse pek oralı olmuyor, üstelemedim.

Kaç gündür kimsecikler fark etmemiş olsa da küsmüştüm onlara... Yeni yeni barışıyorum, gene kendi kendime :)




22 Temmuz 2010 Perşembe

@İzmir

Gene İzmir'deyiz.

Gene çok sıcak.

Senelerdir uzak kalmanın bir sonucu olarak sıcağa direncim azalmış, artık emin oldum bu sefer.
Geldiğimden beri pelte gibi yatıyorum.

Herkes bugün ne yapalım yarın ne yapalım, sınırlı vaktimizi en iyi şekilde değerlendirelim diye planlar yaparken ben evde otursakta şuraya kıvrılıversem diye bakıyorum.

Duru kuzum, anane, dede, nene, büyük dede, Güllü teyze derken ilgiye doyuyor, bir de onun rahatlığı var tabii...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Ne Kadar Şanslısın, Çok Uslu Bir Bebeğin Var!

Bu lafı duyuyorum.
Genellikle "Benim kız/oğlan o kadarken gecede 5 kere kalkıyordu/hiç bir şey yemiyordu/sürekli ağlıyordu!" şeklinde de devam ediyor.

Evet, yemeğini iştahla yiyen, güzel uyuyan, kendi kendine oyalanabilen, çok şükür daha hastalık yüzü görmemiş, iyi huylu bir bebeğim var. Anne şımarıklığıyla kimi zaman hala şikayet de etsem durumun bu olduğunun farkındayım.

Ama hayır, bunun sadece "uslu" olmasıyla ilişkilendirilmesini, benim bu duruma gelmek için harcadığım çabanın hiçe sayılmasını kabul etmiyorum.

  • Bebeğim yemeğini iştahla yiyor çünkü en başından beri yemeği sadece yemek olarak algılaması için çaba harcadım. Ağzını açması için şaklabanlık yapmadım, önüne oyuncaklar yığıp dalgın halinden faydalanarak ağzına kaşığı tıkmadım. Asla televizyon karşısında yemek yedirmedim. Kaşığa da uzansa, çırpınsa da daha kolay yedirebilmek adına elini kolunu tutmadım. Yemek istemediğinden emin olduğum anda, normalden az da yemiş olsa, zorlamadım.

  • Bebeğim güzel uyuyor çünkü çevrenin etkisinden kurtulduğum andan itibaren bana -ya da bir başkasına- bağımlı olmaması için çaba harcadım. Benim dışımda onunla ilgilenen kim varsa uyku düzeni konusunda eğittim, yeri geldi tartıştım. Hep kendi odasında yatırdım. Önceki öğünlerinde yeterince yemişse, sadece gık dedi diye sıcak yatağından alıp beslemedim. Çok özel durumların dışında uyku saatlerinde ona huzurlu uyku koşullarını sağladım, bunun için gerekiyorsa kendi özel zevklerimden uzak kaldım.

  • Bebeğim hastalanmadı çünkü kışın bile marul gibi giydirilmesine izin vermedim. Minicik rüzgarda huylanıp kafasına şapkayı geçirmedim. Azıcık terliyor diye saat başı üstünü değiştirmedim. Vücudunun değişik koşullara alışması, bağışıklık kazanması için çaba gösterdim. Sevmesem de, sıkılsam da emzirdim. Beslenme anlamında ihtiyacımız kalmamış olmasına rağmen hala emziriyorum. İllaki şans faktörü de var bu konuda, olmadık bir virüse denk gelebilirdik, gelmedik.

  • Bebeğim kendi kendine oyalanabiliyor çünkü kucak manyağı olmaması için elimden geleni yaptım. Kendi kendine oynadığı zamanları, sırf sevesim geldi diye bölmedim. Bekledim oyunundan, ilgi gösterdiği şeyden sıkıldıktan sonra sevgimi gösterdim. Bakalım ne yapacak diye elinden oynadığı şeyi alıp bir başkasını vermedim. Oyuncaklarını özenle seçtim. Boğazına kaçabilecek, tehlikeli nesneleri uzaklaştırdım. Böylece her dakika gözümün üstünde olması gerekmedi.

  • Bebeğim seyahat halindeyken oto koltuğu/ana kucağında oturuyor çünkü asla başka bir alternatifi olmadı. Asla taviz vermedim. Ağladığında, kendini yıprattığında sağa çektim, sakinleştirdim. Enerjisini, sıkıntısını atana kadar oyaladım, öyle yola devam ettim.

O yüzden: "Aaa bebeğin ne kadar uslu!"yla başlayan cümlelere sinir oluyorum. Bebek usluysa huyu öyle, yaramazsa annesi eğitememiş bakış açısından tiksiniyorum. "Ama bak yemeyen bir çocuk da olabilirdi, şanslısın" dendiği zaman düşman düşman bakıyorum.

Kimse kusura bakmasın!

Ben kendime ayırabileceğim çok kısıtlı zamanları, nasıl daha iyi bir anne olabilirim, çocuğumu nasıl daha iyi yetiştirebilirim diye çırpınarak harcıyorum. Yeri geldiğinde eski usullerle, aile büyükleriyle zıtlaşmak zorunda kalıyorum. Ama bütün bunların da karşılığını işte bu şekilde aldığıma inanıyorum.

16 Temmuz 2010 Cuma

Blogun Adını Değiştirdim

Baktım Duru'dan çok kendi annelik mücadelemi yazıyorum, blogun adını değiştirdim. Sanki daha samimi, daha benim gibi oldu. Umarım bu hevesim devam eder. Bana ait, üzerinde emeğim olan kalıcı bir şeyler üretiyor olmaktan acayip mutluluk duyuyorum.

İlk Park Maceramız

















2 hafta kadar önce babayla evimizin yakınında bir restorana yemeğe gittik. Bahçesinde minik bir de oyun parkı vardı. Heves ettik kuzumuzu ilk kez oyuncaklara bindirdik. Pek hoşlaşmadı...

Olsun, yakında parklardan ayıramayacağımız günler de gelecek nasıl olsa...
Gene de ilk hevesimizi aldık biz :)

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Uyku, biraz uyku.. Bütün istediğimiz buydu.


Hamileliğim sırasında çok duydum:
Bu günlerinin kıymetini bil, dinlen!
Şimdi güzelce uyu, sonra ihtiyacın olacak!

Yok canım daha neler demedim ama uykuya düşkün bir insan da olmadığımdan çok önemsememiştim açıkçası. Sonra Duru geldi...


İLK 3 AY:
Duru ilk iki ay neredeyse hiç gece uykusu uyumadı. Uzun 4 - 5 saatlik uykuları vardı ama hep gündüz saatlerine denk geliyordu. Genellikle -aile büyüklerinin de tavsiyesiyle- emerek uyuyordu. Ama geceleri benim melek kızıma bir şeyler oluyor, emse de uyumuyor, uyusa da bıraktıktan hemen sonra uyanıyordu. Akşam 20:00 gibi uyanıp ertesi sabah 11:00'e kadar uyumadığı günü biliyorum, öyle diyeyim...

2. ayın sonlarına doğru kendi kendine gece 3:00 - 4:00 civarı uyumaya başladı. Hiç uyumadan geçirdiğim gecelerden sonra buna çok şükür dedim... Ama bununla birlikte artık ufak ufak çevresinin farkına varmaya başlayan kızım emerek uyumaktan tamamen vazgeçti. Yorgunluktan harap haldeki Duru'yu sakinleştirmek için evi turlarken, gezdirerek uyutma yöntemini keşfettik. Yeni alışkanlığımız bu oldu. Ben de internete bakabildiğim kısıtlı zamanlarda edindiğim yarım yamalak bilgilerden yola çıkarak, belki belirli bir şarkıyı uykuyla ilişkilendirirsek daha kolaylıkla uyur diye düşündüm, "Ali Baba'nın Çiftliği" günlerimizi başlattım. Ali Babayı, istediğimiz kadar uzatabildiğimiz için seçmiştim çünkü Duru'nun uyuması yarım saatten başlayıp bir buçuk saate kadar uzayabilen bir süreçti.

Artık Tamam!
Şöyle bir durum var, doğumdan sonra bir aptallaşıyor insan. Bilgi eksikliğinin de etkisiyle kim ne tarafa çekerse oraya gidiyorsun. Hamilelikteki "bebeğim ne durumda" merakıyla yapılan araştırmalar doğumdan sonrası için hazırlamıyor insanı. Doğumdan sonra ise ne internete ne kitaplara ayıracak vakit olmuyor.

O ilk 2 aylık dönemin sonunda anne artık biraz biraz kendini toparlamaya, yeni hayatını kabullenmeye, kendine biraz daha fazla vakit ayırmaya başlıyor. Bu sefer de artık alıştığı "anne"liği geliştirmeyi amaç ediniyor.

Bu dönemde benim de kafama dank etti ki, ne bebek nasıl uyutulur, ne ne kadar uyur doğru düzgün bir şey bilmiyorum. Yapmayacağım dediğim şeyleri bile yapmaya başlamışım (ayakta sallamak gibi). Artık tamam dedim. Hemen fırsat bulduğum bütün boşluklarda internette araştırma yapmaya başladım. İlk o zaman uyku rutini, yatakta uyuma, kendi kendine uyuma gibi kavramlardan haberdar oldum...

Bu arada birden bire benim akıllı kızım gece uyumaya karar verdi. Doğruya doğru, özel hiç bir şey yapmamıştık henüz uyku düzeni için. Bir gecede 11:00 - 12:00'de uyuyup sabah 6:00'da kalkan bir bebeğimiz oldu. Hayat kalitemizin ne kadar arttığını ancak bu durumu yaşamış aileler anlayabilir.

3 - 6 AY:
4. aya kadar "Ali Babanın Çiftliği" yöntemine devam ettik. 1 - 1 buçuk saat süren uyutma çabalarımız artık 6 kiloyu geçmiş bir bebekle birleşince kaçınılmaz olarak sırt, omuz ve eklem ağrılarıyla sonuçlanıyordu. Babayla "sen uyut" mücadelemiz bir savaşa dönüşmek üzereydi!

Peki Ya Gündüz?
"Ağlayan" bir bebekti Duru. Özellikle gündüz, kriz gibi gelen ağlamaları oluyordu. Hep kolik ya da gaz dedik. Önce 40'ı çıksın geçer dediler, sonra ilk 3 ayı atlatın geçecek dediler, 4. ayda hala devam ediyordu. Bir de gündüz uykuları hep kısa kısa oluyordu. 20 - 30 dk uyuyor uyanıyor. Bir kaç saat uyanık oturuyor sonra zar zor tekrar uyuttuğumuzda gene maksimum 45 dakika uyuyordu. Huyu böyle demek ki denildi!

Uyku sistemimizi oturttuktan sonra anladım ki, aslında kuzumun bütün o ağlamaları yorgunluktanmış...

Merhaba Tracy!
Kızım 4 aylıkken, internetten öğrenip siparişini verdiğim Tracy Hogg'un kitabı (hepsiburadanın tedarik problemi yüzünden neredeyse 1 ay gecikmeli olarak) elime ulaştı. Fırsat buldukça okudum. Okudukça aklıma yattı.

EASY sistemini devreye soktum ilk. Gerçekten de Duru doğduğundan beri kendime en çok sorduğum soru şuydu: "Peki şimdi?"
Neden bebeğim hala ağlıyor?
Doyuramadım mı?
Karnı mı ağrıyor?
Nesi var?

Daha deneyimli, kardeşi ya da ailesinde bir bebek olan anneler belki benim kadar yaşamamışlardır bu sorunu ama ben kızımın ihtiyaçlarını anlamakta cidden çok zorlanıyor, o sıkıntı çektikçe kendimi yetersiz hissediyordum. 2. aydan itibaren sütümün azalmasında yaşadığım aile içi sıkıntılar kadar, bu ne yapacağını bilemez, acemi anne endişelerimin de etkisi vardı.

Tracy'nin EASY rutini sayesinde çocuğumun bir sonraki adımda neye ihtiyacı olduğunu, neden sıkıntı çektiğini anlayabilir hale geldim ve çok rahatladım. Gene Tracy sayesinde Duru'nun gündüz uyku aralarının fazla uzun ve uyku sürelerinin kısa olduğunu öğrendim. EASY rutinini biraz oturttuktan sonra uyku olayına el atmaya karar verdim.

"Yatır Kaldır" ile ilgili deneyimlerimizi daha detaylı olarak başka bir zaman anlatacağım. Özet olarak, saatle kucakta gezerek ve ağlayarak uyuyan kızım 2 - 3 günlük bir süreçten sonra (iddia edildiği gibi ağlamaya terk etmek gibi bir durum da söz konusu değil) 10 - 15 dakika içerisinde huzurla yatağında uyumaya başladı. En geç 21:00'de yatıp sabah 7:00 - 8:00 arası bir saatte kalkmaya başladı. Gündüz uykularımız 1 buçuk - 2 saate kadar uzadı. Yemek düzenimiz, saatlerimiz oturdu. Bir anda huzurlu, mutlu, iştahlı bir bebek annesi oluverdim.

Ve 6+ :
Durunun 8. ayını doldurmasına 10 gün kaldı. Kuzum hala 2 uzun gündüz uykusu, bir akşamüstü kestirmesi ve deliksiz gece uykusu uyuyor. Geçen 4 ay içerisinde gece uyanmaları atlattık. Misafir olduğumuz evlerde, yolculuklarda düzenimiz bozuldu, düzeldi.

Şimdi o ilk ayları -sanırım uykusuzluktan dolayı- hayal meyal hatırlıyorum. Hepsi bir şekilde geçiyor. Sonuçta bir şekilde düzene giriyor bebişlerin uykuları, biraz onlar bu dünyaya alışıyor, biraz anacıkları onlara... Biraz da profesyonel yardım ile bir kaç ay uzak kaldığımız uykulara biz kavuştuk ailece. Darısı bütün annelerin başına...

13 Haziran 2010 Pazar

Yola Çıkıyoruz

Bugün yola çıkıyoruz.
İzmir'e anneannemizin evine, çocukluğumun, genç kızlığımın geçtiği güzel şehrime gidiyoruz. Duru'yla dura kalka 8 saati bulur diye tahmin ediyorum yolumuz. Duru, ben, anneanne ve nene, 4 nesil olacağız arabada.

Daha önceki İzmir yolculuğumuzda Duru 5 aylıktı, bol bol uyuyarak sorunsuz gidip gelmiştik. Şimdi 7 ayımızı ortaladık, kızım daha aktif, daha oyuncu, bakalım bu durum yolculuğumuzu nasıl etkileyecek. Açıkçası sıkılıp mızmızlanacağından korkuyorum. İşin kötüsü ben tüm yol araba kullanacağımdan kuzucuğumla ilgilenemeyeceğim de. Anneannemizin oyun becerilerine güvenmekten başka çare yok. Dönüşümüzü uçakla yapacağız neyse ki...

Şimdi artık çanta yapmalı, hazırlanmalı, babaya evi derli toplu bırakmalııı....

Mezun olduk

Mezun oldum.
2. denemede de olsa, en sonunda okulumu bitirebildim. Aslında hamile kaldığımı öğrendiğimde hem anneliği hem öğrenciliği bir arada götüremem, gene yarım kalır okulum diye çok endişelenmiştim. Neyse ki annelerin de yoğun desteğiyle bu sefer hallettim. Geçen hafta da mezuniyet törenim vardı.

Babaannemiz de bir sürpriz hazırlamış:

Aileler salonun ayrı bir yerine alındığı için, mecburen ayrıldık kızımla tören başlarken. Tam tören başladı, sahneye çağırılmayı beklerken babaanne geldi yanımıza, kucağında Duru. Önce anlamadım birinin cübbesine sarmış herhalde hoşluk olsun diye dedim. Meğerse çılgın babaanne okulun terzisiyle irtibata geçip bizim cübbe ve kepin aynısından kızıma da diktirmiş.
Böylece tüm salonun alkışları eşliğinde kızımla birlikte sahneye çıktım, mezun oldum. İnanılmaz bir andı. Tanıdık tanımadık herkesle bol bol fotoğraf çekildik. Kuzum da anlamış gibi uykusuz kalmasına, acıkmasına, acayip yorulmasına rağmen gıkını çıkarmadan uslu uslu durdu tüm gün.
Akşam, hem yıllardır verdiğim emeğin sonucunu almış olmanın, hem de kızımla o anı paylaşmanın mutluluğuyla sarhoş gibiydim.

Bu arada babamız da ben de anneler üniversitede okurken dünyaya gelmişiz. Dolayısıyla Duru'nun gelişiyle bir nevi aile geleneği sürdürülmüş oldu:)

Kızım mümkünse sen sürdürme bu geleneği olur mu?

13 Mayıs 2010 Perşembe

Annelik Üzerine


Annelik üzerine edilmiş bir sürü büyük laf var.
"Annelik kutsaldır."
"Annelik dünyanın en muhteşem duygusudur."
Bir de şu ünlü "Anne olunca anlarsın!"
Hamileliğim boyunca sürekli bu tarz şeylere maruz kaldıktan sonra, doğum yaptığım anda bir tür boyut atlaması yaşayacağıma inanır hale gelmiştim. Herhalde kızımı gördüğümde bir anda her şey değişiverecek, ben de bir "anne"ye dönüşecektim.
Duru doğdu. Önce sesini duydum, sonra hemen gösterdi doktorum. Elinde, hala kordonu bağlı bir şekilde baş aşağı duruyordu. Bu şimdi benim içimden mi çıktı diye düşündüğümü hatırlıyorum. Temizlendikten sonra göğsüme bıraktılar. Gene huşu içerisinde kalmamıştım. Göğsümde vıyır vıyır kıpırdayan küçük şey güzel olmasına güzeldi ama çok yabancıydı.
Odamıza çıktığımda Duru çoktan odaya alınmıştı. Herkes zırıl zırıl ağlıyordu. İlk o anda farkettim ki, ben hiç ağlamamıştım. Arkadaşlarımın doğum fotoğraflarında da gördüğüm kadarıyla anneler hep ağlardı. Acaba bende bir sorun mu var diye düşündüm ilk kez.
Duru sürpriz bir bebekti. Her ne kadar çevremizdeki bebeklerin etkisi ile biraz heveslenir gibi olmuşsam da, daha bebek sahibi olma fikri bile yeniydi benim için. Çok gelişmiş bir oyuncak gibi geliyordu bebekler. Bakımlarının zorluğu, hayatı nasıl değiştirdikleri hakkında bir fikrim yoktu. İyi ki de yoktu...
Doğumdan sonra emzirme savaşları başladı. En yakın arkadaşlarının yanında bile giyinmeye soyunmaya çekinen ben, bir anda saat başı ulu orta bebek emzirmeye çalışırken buldum kendimi. Hemşireler geliyor, göğüslerimi elliyor. Anneler, ananeler her türlü hısım akraba geliyor "Hııı, emiyor mu, almış mı ağzına memeyi" gibilerinden mırıltılar eşliğinde emzirmemi izliyorlardı. Hayatımda o kadar rahatsız olduğum başka bir zaman hatırlamıyorum.

Emzirmek gibisi yok demişti teyzem. "Muhteşem bir his"

Yok yok bende kesin bir sorun vardı. Çünkü hissettiğim şeyin muhteşemlikle yakından uzaktan alakası yoktu.

Sezaryenden sonra kolay toparlandım aslında. İlk 3 - 4 günden sonra rahatça yataktan kalkıp, işimi gücümü görebiliyordum. Gel gör ki bebekle ilişkim sadece emzirmekten ibaretti. Annem Duru'yu getiriyor, emziriyorum. Kayınvalidem geliyor alıyor, altını değiştiriyor. Zaten yeni doğan bebek, bu iki iş dışında neredeyse sürekli uyuyor. Altını tek başıma ilk değiştirişim herhalde kız 2 haftalıkken falan oldu.

Sanki evde bir bebek var misafir, herkes onunla ilgileniyor. Öyle garip bir ruh hali içerisinde bocaladım bir süre...

Bir de hamileliğim boyunca, biraz da mutluluk hormonlarının etkisiyle herhalde hiç kafa yormadım ben doğumdan sonra olacaklara. Kaçıncı haftada neresi gelişiyormuş, ne yapmaya başlıyormuş hep onları araştırdım okudum. (Asıl öğrenilmesi gereken şeyler meğerse bebek bakımı, emzirme, uyku düzeni gibi şeylermiş.)
Sonra bir anda doğumla birlikte idrak ettim ki, bu bebek artık bizim hayatımız. Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. O bebeğin sağlıklı olarak büyümesi, gelişmesi, iyi yetişmesi, iyi bir insan olması hep bizim sorumluluğumuz. Bu sorumluluğu istesek de istemesek bundan sonra taşıyacağız. Bu yük bir anda ağır geldi bana, yanlış mı yaptık acaba diye düşünmeye başladım. Tüm aile mutluluk ve heyecan doluyken kimseye anlatılabilecek şeyler de değildi bunlar. Kendi kendimi yedim bitirdim bir süre. Daha ilk günden bunları hissediyorum, ne biçim anneyim ben diye kızıp durdum kendime...
Yaşanan bir şeymiş bu bahsettiğim durum, tamamen doğal bir psikoloji yani. Hatta özellikle de sezaryenden sonra daha sık görülüyormuş. Doğum sürecini yaşamayan anne bir anda bebeği kucağına alınca yabancılıyormuş. Bizimki gibi planlanmadan gelen bebeklerde daha da yoğun yaşanırmış bu duygu...
Bu süreçte ailenin çok bilinçli olması, anneye sadece bebek bakımında değil psikolojik olarak da desteklemesi, güvensizliğini atmasında yardımcı olması lazım aslında ama işte öyle olmuyor ne yazıkki... Benim lohusalık dönemimde herkes benden lohusaydı.

Herneyse, diyeceğim o ki, annelik öyle bir anda olmuyormuş. Yavaş yavaş öğreniliyor, alışılıyormuş. Duru'nun 6. ayın doldurduğu şu günlerde ben yeni yeni anlıyorum anne olduğumu. Eskisi gibi ayaklarımı uzatıp hiç bir şey yapmadan günü geçirmeyi, kafama estiği anda kapıyı vurup çıkabilmeyi, rahat rahat uzun uzun duş alabilmeyi hala özlüyorum ama artık bunlardan dolayı pişmanlık duymuyorum. Kızımın bir gülüşü tüm yorgunluğumu alıp götürmüyor belki ama bana gelecekte yaşayacaklarımızı, paylaşacaklarımızı vadediyor.

Her gün, bir önceki günden daha çok "anne" oluyorum...

6 Mayıs 2010 Perşembe

25 Kasım 2009

Hayatımızın dönüm noktası,
Her şeyin değiştiği gün:
25 Kasım 2009'da kızımız İlke Duru doğdu.
(Bakınız sağda onu ilk gördüğüm an)

Bu blog'u öncelikle onun anı defteri olarak planladım. Buraya gelişimini, ilk sözlerini, fotoğraflarını kaydederek, gelecekte unutulup gidebilecek anıları yaşatmayı umuyorum. Ayrıca onu büyütür ve yetiştirirken öğrendiklerimi de paylaşacağım.


Şu an üzerimde yeni bir şeye başlarken yaşanan o tatlı çekingenlik var. O yüzden bu ilk ve çok sıkıcı postumu burada keseceğim.

Hatta kestim.