13 Mayıs 2010 Perşembe

Annelik Üzerine


Annelik üzerine edilmiş bir sürü büyük laf var.
"Annelik kutsaldır."
"Annelik dünyanın en muhteşem duygusudur."
Bir de şu ünlü "Anne olunca anlarsın!"
Hamileliğim boyunca sürekli bu tarz şeylere maruz kaldıktan sonra, doğum yaptığım anda bir tür boyut atlaması yaşayacağıma inanır hale gelmiştim. Herhalde kızımı gördüğümde bir anda her şey değişiverecek, ben de bir "anne"ye dönüşecektim.
Duru doğdu. Önce sesini duydum, sonra hemen gösterdi doktorum. Elinde, hala kordonu bağlı bir şekilde baş aşağı duruyordu. Bu şimdi benim içimden mi çıktı diye düşündüğümü hatırlıyorum. Temizlendikten sonra göğsüme bıraktılar. Gene huşu içerisinde kalmamıştım. Göğsümde vıyır vıyır kıpırdayan küçük şey güzel olmasına güzeldi ama çok yabancıydı.
Odamıza çıktığımda Duru çoktan odaya alınmıştı. Herkes zırıl zırıl ağlıyordu. İlk o anda farkettim ki, ben hiç ağlamamıştım. Arkadaşlarımın doğum fotoğraflarında da gördüğüm kadarıyla anneler hep ağlardı. Acaba bende bir sorun mu var diye düşündüm ilk kez.
Duru sürpriz bir bebekti. Her ne kadar çevremizdeki bebeklerin etkisi ile biraz heveslenir gibi olmuşsam da, daha bebek sahibi olma fikri bile yeniydi benim için. Çok gelişmiş bir oyuncak gibi geliyordu bebekler. Bakımlarının zorluğu, hayatı nasıl değiştirdikleri hakkında bir fikrim yoktu. İyi ki de yoktu...
Doğumdan sonra emzirme savaşları başladı. En yakın arkadaşlarının yanında bile giyinmeye soyunmaya çekinen ben, bir anda saat başı ulu orta bebek emzirmeye çalışırken buldum kendimi. Hemşireler geliyor, göğüslerimi elliyor. Anneler, ananeler her türlü hısım akraba geliyor "Hııı, emiyor mu, almış mı ağzına memeyi" gibilerinden mırıltılar eşliğinde emzirmemi izliyorlardı. Hayatımda o kadar rahatsız olduğum başka bir zaman hatırlamıyorum.

Emzirmek gibisi yok demişti teyzem. "Muhteşem bir his"

Yok yok bende kesin bir sorun vardı. Çünkü hissettiğim şeyin muhteşemlikle yakından uzaktan alakası yoktu.

Sezaryenden sonra kolay toparlandım aslında. İlk 3 - 4 günden sonra rahatça yataktan kalkıp, işimi gücümü görebiliyordum. Gel gör ki bebekle ilişkim sadece emzirmekten ibaretti. Annem Duru'yu getiriyor, emziriyorum. Kayınvalidem geliyor alıyor, altını değiştiriyor. Zaten yeni doğan bebek, bu iki iş dışında neredeyse sürekli uyuyor. Altını tek başıma ilk değiştirişim herhalde kız 2 haftalıkken falan oldu.

Sanki evde bir bebek var misafir, herkes onunla ilgileniyor. Öyle garip bir ruh hali içerisinde bocaladım bir süre...

Bir de hamileliğim boyunca, biraz da mutluluk hormonlarının etkisiyle herhalde hiç kafa yormadım ben doğumdan sonra olacaklara. Kaçıncı haftada neresi gelişiyormuş, ne yapmaya başlıyormuş hep onları araştırdım okudum. (Asıl öğrenilmesi gereken şeyler meğerse bebek bakımı, emzirme, uyku düzeni gibi şeylermiş.)
Sonra bir anda doğumla birlikte idrak ettim ki, bu bebek artık bizim hayatımız. Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. O bebeğin sağlıklı olarak büyümesi, gelişmesi, iyi yetişmesi, iyi bir insan olması hep bizim sorumluluğumuz. Bu sorumluluğu istesek de istemesek bundan sonra taşıyacağız. Bu yük bir anda ağır geldi bana, yanlış mı yaptık acaba diye düşünmeye başladım. Tüm aile mutluluk ve heyecan doluyken kimseye anlatılabilecek şeyler de değildi bunlar. Kendi kendimi yedim bitirdim bir süre. Daha ilk günden bunları hissediyorum, ne biçim anneyim ben diye kızıp durdum kendime...
Yaşanan bir şeymiş bu bahsettiğim durum, tamamen doğal bir psikoloji yani. Hatta özellikle de sezaryenden sonra daha sık görülüyormuş. Doğum sürecini yaşamayan anne bir anda bebeği kucağına alınca yabancılıyormuş. Bizimki gibi planlanmadan gelen bebeklerde daha da yoğun yaşanırmış bu duygu...
Bu süreçte ailenin çok bilinçli olması, anneye sadece bebek bakımında değil psikolojik olarak da desteklemesi, güvensizliğini atmasında yardımcı olması lazım aslında ama işte öyle olmuyor ne yazıkki... Benim lohusalık dönemimde herkes benden lohusaydı.

Herneyse, diyeceğim o ki, annelik öyle bir anda olmuyormuş. Yavaş yavaş öğreniliyor, alışılıyormuş. Duru'nun 6. ayın doldurduğu şu günlerde ben yeni yeni anlıyorum anne olduğumu. Eskisi gibi ayaklarımı uzatıp hiç bir şey yapmadan günü geçirmeyi, kafama estiği anda kapıyı vurup çıkabilmeyi, rahat rahat uzun uzun duş alabilmeyi hala özlüyorum ama artık bunlardan dolayı pişmanlık duymuyorum. Kızımın bir gülüşü tüm yorgunluğumu alıp götürmüyor belki ama bana gelecekte yaşayacaklarımızı, paylaşacaklarımızı vadediyor.

Her gün, bir önceki günden daha çok "anne" oluyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder